Tek bir engel vardı. Hiçbirinin teknesi yoktu.
Bu yüzden, sevmedikleri bir balıkçı olan Taniela Uhila’dan bir tane “ödünç almaya” karar verdiler. Çocuklar yolculuğa hazırlanmak için fazla zaman harcamadılar. Yanlarına aldıkları malzemeler iki çuval muz, birkaç hindistan cevizi ve küçük bir gaz brülöründen ibaretti. Pusula bir yana, hiçbirinin aklına bir harita almak bile gelmemişti.
O akşam limanı terk eden küçük tekneyi kimse fark etmedi. Gökyüzü açıktı, sakin denizi dalgalandıran hafif bir esinti vardı sadece. Ancak o gece, çocuklar vahim bir hata yaptılar. Uyuyakaldılar. Birkaç saat sonra başlarından aşağı boşalan suya uyandılar. Hava karanlıktı. Rüzgar, açtıkları yelkeni anında lime lime etti. Ardından teknenin pervanesi de parçalandı. “Sekiz gün boyunca sürüklendik,” diyor Mano. “Yemek ve su olmadan.” Balık yakalamaya çalıştılar. Oyulmuş hindistan cevizi kabuklarında yağmur suyu biriktirdiler ve biri sabah biri akşam olmak üzere günde iki yudum alarak biriken suyu eşit biçimde paylaştılar.
Sekizinci günde ise ufukta bir mucize gördüler. Bu, küçük bir adaydı. Palmiye ağaçlarının ve altın kumsalların süslediği tropik bir cennet değildi burası; okyanustan 300 metre yüksekte, iri yarı kayaların oluşturduğu bir taş yığınıydı. Günümüzde ‘Ata’nın yaşamaya elverişli olmadığı düşünülüyor. Kaptan Warner, “Biz oraya vardığımızda,” diye anlatıyor, “Çocuklar küçük bir komün hayatı kurmuşlardı. Bahçeleri, yağmur suyu depolamak için oyulmuş ağaç gövdeleri, tuhaf ağırlıklara sahip bir ‘spor salonu’, bir badminton sahası, kafesleri ve sürekli yanan ateşleri vardı. Tüm bunları, eski bir bıçak ve çok büyük bir kararlılığın yardımıyla kendi elleriyle yapmışlardı.” Sineklerin Tanrısı’ndaki çocuklar ateşe olan ilgilerini çabucak kaybetseler de, gerçek hayattaki oğlanlar yaktıkları ateşe öyle iyi baktılar ki, bir yıldan fazla vakit geçmesine rağmen sönmedi.
Çocuklar bahçe, mutfak ve nöbet işleri için sıkı bir liste hazırlayarak iki kişilik ekipler halinde çalışmayı kararlaştırdılar. Kavga ettikleri de oldu, ama böyle zamanlarda küçük bir mola vererek işi tatlıya bağladılar. Günleri şarkı ve dua ile başlayıp bitiyordu. Moralleri yükseltmeye yardımcı olmak için Kolo, suların sürüklediği ağaç dalları, yarım hindistan cevizi kabuğu ve enkaz halindeki teknelerinden aldığı altı adet çelik teli kullanarak yaptığı derme çatma gitarı – Peter bu enstrümanı hala saklıyor – çalıyordu. Morale gerçekten de ihtiyaçları vardı. Yaz boyunca neredeyse hiç yağmur yağmamıştı, çocuklar susuzluktan çılgına dönmüşlerdi. Adadan gitmek için bir sal inşa etmeye çalıştılar, ancak kıyıya vuran dalgalar tarafından parçalara ayrıldı.
En kötüsü de, Stephen’ın bir gün kayalıktan düşüp bacağını kırmasıydı. Diğer oğlanlar onun peşinden gittiler ve yukarı çıkmasına yardım ettiler. Buldukları sopa ve yaprakları kullanarak bacağını yerine oturttular. Sione, “Endişelenme,” diye şaka yaptı. “Sen orada Kral Taufa‘ahau Tupou gibi yatarken senin işlerini de biz yaparız artık!”
Başlangıçta balık, hindistan cevizi ve yırtıcı olmayan kuşlarla (kuşların etlerini yedikleri gibi kanlarını da içtiler) besleniyorlar; deniz kuşlarının yumurtalarını da afiyetle yiyorlardı. Daha sonraları adanın en tepesine çıktıklarında, bir asır önce etrafında insanların yaşadığı yanardağ kraterini buldular. Bu bölgede çocuklar yabani taro (bir çeşit tropik bitki), muz ve tavukların olduğunu keşfettiler (tavuklar son Tongalılar adadan gittiğinden beri ürüyorlardı).
Nihayet, 1966 yılının 11 Eylül Pazar günü kurtarıldılar. Onları muayene eden doktor daha sonra konu hakkında konuştuğunda, çocukların kaslı vücutlarını ve Stephen’ın mükemmel şekilde iyileşmiş bacağını gördüğünde yaşadığı şaşkınlığı dile getirdi. Ama bu, çocukların küçük macerasının sonu değildi. Nuku’alofa’ya vardıklarında, polis Peter’ın teknesine geldi ve çocukları tutuklayıp nezarethaneye götürdü. Çocukların 15 ay önce “ödünç aldığı” balıkçı teknesinin sahibi Taniela Uhila hala çok kızgındı ve dava açmaya karar vermişti.
Neyse ki, Peter çocuklar için bir plan hazırladı. Çocukların başlarına gelen kazanın Holllywood için harika bir malzeme olduğunu düşünüyordu. Babasının şirket muhasebecisi olan Peter, şirketin film haklarını yönetiyordu ve film sektöründen de birçok insan tanıyordu. Tonga’dayken, Avustralyalı TV kanalı Channel 7’ının yöneticisini aradı. “Filmin Avustralya’daki haklarını siz satın alabilirsiniz,” dedi. “Bana dünya haklarını verin.” Ardından Peter, Uhila’ya eski teknesi için 150 sterlin ödedi ve film için iş birliği yapmaları şartıyla çocukların serbest bırakılmasını sağladı. Birkaç gün sonra Channel 7’den bir ekip Tonga adasına geldi.
Çocukların ailelerine kavuşması tüm Tonga’da büyük bir sevinçle karşılandı. 900 kişinin yaşadığı Ha?afeva adasının neredeyse tümü, çocukları karşılamaya geldi. Peter ulusal kahraman ilan edildi. Kısa süre sonra Kral 4. Taufa’ahau Tupou’dan kendisini görüşmeye davet eden bir mesaj aldı. “Altı vatandaşımı kurtardığın için teşekkür ederim,” diyordu ekselansları, “Senin için yapabileceğim bir şey var mı?” Kaptanın çok düşünmesine gerek yoktu. “Evet! Sularınızda ıstakoz avlamak ve burada yeni bir iş kurmak istiyorum.” Kral rıza gösterdi. Peter Sidney’e döndü, babasının şirketinden istifa etti ve yeni bir gemi satın aldı. Altı çocuğu çağırttı ve tüm bunları başlatan şeyi vadetti onlara: Tonga’nın ötesindeki dünyayı görmeyi. Çocukları yeni balıkçı teknesinin mürettebatı olarak işe aldı.
‘Ata’nın çocukları bilinmezliğe terk edilirken, Golding’in kitabı hala dünyanın en çok okunan kitapları arasında. Medya tarihçileri bile, Golding’i bugün televizyondaki en popüler eğlence türlerinden biri olan reality TV’nin kasıtsız yaratıcısı olarak kabul ediyor. Ünlü yarışma programı Survivor’ın yaratıcısı bir röportajda, “Sineklerin Tanrısı’nı defalarca okudum,” diye itiraf ediyor.
Farklı bir hikaye anlatmanın zamanı geldi. Gerçek Sineklerin Tanrısı, birbirimize güvenirsek ne kadar güçlü olabileceğimizi gösteren bir dostluk ve sadakat hikayesidir. Eşim Peter’ın fotoğrafını çektikten sonra, Peter bir dolaba yöneldi ve içinde bir şey aramaya başladı, sonra elime ağır bir kağıt yığını tutuşturdu. Bunların, çocukları ve torunları için yazdığı anıları olduğunu söyledi. İlk sayfaya baktım. “Hayat bana çok şey öğretti,” diye başlıyordu, “Her zaman insanların içindeki iyi ve pozitif yönleri aramamız gerektiği de öğrendiğim derslerden biri.”
Çeviri: Zeynep Topal
Kaynak: https://www.theguardian.com/books/2020/may/09/the-real-lord-of-the-flies-what-happened-when-six-boys-were-shipwrecked-for-15-months?fbclid=IwAR0Db_-mLEjVTmS8PI0snV6vFfwNC8ImYp4mXDezEJL12-xcWCQNN91C-Ks
Fotoğraf: Peter Warner (soldan üçüncü) 1968’de ‘Ata’dan sağ kurtulanlar ve mürettebatıyla birlikte. Fairfax Media Archives/Getty Images