Yazı Dizisi: Alternatif Okullar – Yeni Bir Dünyayı Hayal Eden Çocuklar (3)

Yazı Dizisi: Alternatif Okullar - Yeni Bir Dünyayı Hayal Eden Çocuklar (3)

Yazı dizisinin ilk bölümünde alternatif okulların konumlarına, ikinci bölümünde ise üzerine kuruldukları kuramsal çerçevenin teorisine dair gözlemlerimi aktarmıştım. Bu son bölümde özellikle eğitimcilerin ilgilerini daha çok çekmeye başlayan bazı pratik uygulamalardan bahsetmeye çalışacağım. Bu gözlemleri şu başlıklar altında toplayabilirim:

Çember Yaklaşımı: Ziyaret ettiğimiz tüm okullarda, gerek okulla ilgili tüm kararların alınma süreçleri (Demokratik Okul gibi), gerekse günlük işleyişe dair hissiyatların/önerilerin paylaşılması için ortak bir akıl mekanizmasının kurulmasına aracılık eden bir yöntem olarak birçok farklı “çember” uygulamasının yapıldığını gördük. Sınıfta herkesin yaşadığı tecrübeyi birbirine aktif bir özne olarak aktardığı bu yöntemde güvenli ve katılımcı bir paylaşımın önü açılıyor. Tüm fikirler farklı yönleriyle rahatlıkla paylaşılabiliyor. Çember, tanımı gereği kimseyi dışarıda bırakmadan bir biz duygusu oluşturmaya yardımcı oluyor, aynı zamanda birey olarak herkesin fikrini ifade edebilmesine vesile oluyor. Çatışmaların ve anlaşmazlıkların tüm fikirleri duyarak çözülebilmesi için de önemli bir araç sunuyor. Günün başında ve sonunda ya da konu içeriklerine göre farklı zamanlarda organize edilebilen çember uygulamalarını okulların tamamına yakınının içselleştirdiğini ve aktif olarak uyguladıklarını görmek, okulların ortak karar alma mekanizmalarının da daha güçlü olduğuna işaret ediyor. Çemberde hiyerarşi olmaması, tüm bireylerin fikirlerinin eşit muamele görmesini sağlıyor. Katılımcılığa bağlı olarak alınması gereken kararlarda yatay hiyerarşi kullanılmasının, bu konularını tartışmayı oldukça kolaylaştırdığını da belirtmek gerekiyor.

Akrandan Öğrenme: Kültürel olarak bize oldukça yakın gelen ve bu okulların yine yoğun olarak kullandıkları mekanizmalardan biri de akrandan öğrenme yöntemi. Daha küçük yaş grubundaki çocukların kendilerinden 1-2 yaş büyük çocuklarla eşleştirildiği ve kendilerine özbakımı sağlamak dahil olmak üzere belirli görevlerin verildiği bu yöntem okullarda farklı şekillerde kullanılıyor. Demokratik Okul’da bazı atölyelerin (marangoz atölyesi, müzik atölyesi gibi) idare edilmesi gibi daha yüksek inisiyatif gerektiren işler bile o konuda yetkin öğrencilerin kararları ile yürütülürken, Dalton okulunda büyük yaş grupları daha küçüklerle eşleştirilerek (buddy yöntemi) çocukların hem ödevlerine hem de diğerleriyle kaynaşmalarına olanak tanınıyor. Dalton okullarında her küçük yaş öğrenci 3 haftada bir daha büyük bir çocuk ile eşleştirilerek ondan hem ödevlerine destek alıyor ve hem de farklı alanlarda öğrenmesinin önü açılıyor. Bu öğrenme bizde abi-ablaların küçük kardeşlerine özbakım konularında yardım etmesi gibi konuları da içeriyor. Çocuklar 3 hafta sonra bir başka çocuk ile eşleşiyor ve diğer çocuklarla da sosyal birlikteliğin önemi güçlendiriliyor. Böylelikle daha küçük olan çocukların bireysel gelişimine sadece veli ve öğretmenlerin değil, akranlarının da katkıda bulunmasının zemini hazırlanıyor.

Öğretmenin Rolü: Öğretmenin geleneksel rolü, tüm ülkelerin eğitim sistemlerinde en çok tartışılan konulardan biri. Bilginin tanımının değiştiği, paylaşımının yaygınlaştığı ve her bireyin bilgiye ulaşma koşullarının oldukça çeşitlendiği bu dönem, öğretmenlerin misyonunun ne olması gerektiğine dair birçok farklı yaklaşımı beraberinde getiriyor. Alternatif okullar da bu tartışmaya farklı açılardan katkı sağlıyorlar. Öğretmenler bu okullarda daha çok yönlendirici ve koçluk veren rolünde görünüyorlar; daha küçük yaş grupları için özyönetimi güçlendirecek bir takım uygulama prensiplerini daha doğrudan aktaran rolünde iken, daha büyük yaş gruplarında öğretmenler paylaşan, dinleyen, yönlendiren; ama bunu çocuğun alanına çok müdahil olmadan daha ölçülü bir şekilde yapmaya çalışan bir davranış modeli üzerinde uyguladıkları izlenimi veriyorlar. Çocukların kararlarını kendisine bırakan, çeşitli alternatifler üzerinde düşünmeleri için onlara yön göstermeye çalışan bir rol bu. Her okulda farklı şekilde tanımlansa da, öğretmenlerin kendi rollerine dair tartışmaları da birbirleriyle daha şeffaf bir şekilde yapabiliyor olmaları mesleki ilerleme açısından önemli görünüyor. Özlük hakları ve çalışma koşulları toplumdaki bazı mesleklere kıyasla hala gelişkin olmasa da bu mesleği yapıyor olmanın yarattığı ana motivasyonun hala “öğretmen” olmanın kıymetinin altını çiziyor, konuştuğumuz birçok öğretmen hala bu motivasyonla çocuklara destek olmaya çalıştıklarını beyan ediyorlar.

Öğrenme Tasarımlarındaki Esneklik: Okulların çoğunda müfredatın ne şekilde uygulanacağı konusunda Hollanda’da büyük bir esneklik mevcut; okullar bu konuda oldukça özerk hareket edebiliyorlar. O nedenle çocukların serbest zamanlarının düzenlenmesi, bireysel ve grup faaliyetlerinin esnek kurgulanması, eğitim mekanlarının tasarlanırken bu esnekliğe zemin hazırlayacak şekilde oluşturulması dikkat çeken bir başka farklılık konusu. Demokratik Okul, okulu tasarlarken hemen hemen her fiziksel alanı bir öğrenme alanına dönüştürmeye çalışan bir uygulama örneği olarak karşımıza çıkıyor; geniş bir doğal alan içerisinde az sayıda yatay binanın konumlandırılması ve bu tasarımda çocuğun rahat hareket edecek şekilde bir geçişkenlik sağlanmasına özen gösterilmiş olması etkileyici. Tüm yaş gruplarının birlikte ve iç içe olabildiği, ama aynı zamanda atölye mekanları ile çember aktivitelerine ayrı alanlar ayrılması, bu tasarımın eğitimciler tarafından daha detaylı incelenerek uygulamaya alınması gerektiği konusunda iyi bir örnek teşkil ediyor. Okullar müfredattan bağımsız olarak birçok konuda atölye düzenleyebiliyor, çocuğun kendi ilgi alanlarını keşfetmesine yardımcı olabilecek fiziksel ve pratik birçok becerinin kazandırılabilmesi için farklı disiplinlerle işbirliği içinde olabilecekleri ortamlar hazırlanıyor (mahalleden bir ustanın gelip kendi mesleğiyle ilgili bilgi vermesi gibi). Okulların farklı alanları da bu öğrenmeye zemin hazırlamak üzere tasarlanmış durumda.

Teknoloji Kullanımı: Ve son olarak en önemli meselelerden bir tanesi Türkiye’de de çok tartışılan okullarda teknoloji kullanımı konusu. Hem öğretmenin kullanacağı bir araç olarak, hem de öğrencinin farklı şekillerde yararlanacağı dijital teknolojinin bu okullarda kullanımı konusunda ortak bir prensip olmasa da, okulların genel olarak teknoloji kullanımını yaparak/yaşayarak öğrenme ile entegre etme çabalarına şahit olduk. Okullar teknolojiyi ağırlıklı olarak eğitim içeriklerini zenginleştirmek ve farklı yöntemlerin kazandıracağı çeşitlilikten yararlanmak için dengeli bir şekilde kullanmayı tercih ediyorlar. Mesela bir okulda geliştirilmiş olan uygulama (application), ailelerin okul ile haberleşerek çocuklarının durumu ve okuldaki güncel etkinliklerle ilgili bilgi almasına ve okul-veli etkileşiminin artmasına vesile olurken, bir diğer okulun çocukların bilişsel gelişimini desteklemek için bilgisayarlarla oyun oynamalarına ayrı bir atölye çalışması açtığını gözlemledik. Demokratik Okul kurucusu, uzun yıllar teknoloji kullanımına mesafeli durduklarını, ancak sosyokrasi ile karar aldıkları için çocukların genelinden gelen talep üzerine tablet ve telefonların okulda kullanımına (belirli kısıtlamalarla) izin verildiğini belirtti. Yani teknoloji hayatın içerisine ne kadar nüfuz ediyorsa, eğitim hayatının içerisine de belirli şekillerde entegre olmuş durumda.

Son olarak, bu okullardaki izlenimlerden bazılarının Türkiye’deki mevcut eğitim sistemindeki aksaklıkların çözümüne dair bazı emareler verebileceğini düşünerek yazıyı bitirmek istiyorum:

Öncelikle akrandan öğrenmenin etkin olarak kullanılabileceği karma gruplarla atölye çalışmalarını çok rahatlıkla planlayıp yaygınlaştırabileceğimizi düşünüyorum. Mevcut kaynaklarımızı zorlamadan uygulayabileceğimiz bu yöntemle öğrencilere daha çok inisiyatif vermenin önünü açabiliriz.
Fen bilimi eğitimi alanında atölyelerin önemi büyük. Çocukların bilimi deneyimleyerek öğrenmelerinin önündeki engellerin temelinde yaklaşımlarımızı değiştirmek gerekliliği yatıyor. Hollanda gibi gelişmiş bir ülkenin iyi vasıflı okullarından aldığımız izlenim, çocukların kendi yaratıcılıklarını keşfedebilecekleri bir alan yaratabilirsek işimizin çok kolay olacağını bize gösteriyor. Eğitimcilere sadece bu yolun önündeki lojistik engelleri kaldırmak kalıyor.
Yeni yöntemleri denemekten korkmamamız ve yeni yaklaşımları öğrenmemiz gerekiyor. Çocuklarımız etrafında hep birlikte öreceğimiz bu ekosistem ile tüm evrenin ve dünyanın iyiliğini dert edinen çocuklara daha iyi bir eğitim ortamı sağlamak zor bir hedef olmaktan çıkabilir gibi görünüyor.