21. Yüzyılın Okul Mimarisi ve Öğrenme Mekanları

“Gelecek, rekabetçi olmaktan çok işbirliği; yaratıcılık, bu rekabetin aracısı olmaktan çok insanlığın hayatta kalma mücadelesinin bir parçası; bilgi ise eldeki kaynaklarla yeniden oluşturulmak, tanımlanmak durumunda kalacağımız koşullar üzerine kurulu olacak,” diyor mimar Boğaçhan Dündaralp. Bu değişim, eğitimin kendisini etkilediği gibi okul mimarisini ve öğrenme mekanlarının tasarımını da etkilemeye başladı.

Eğitim mimarisinde ülkemizin önemli isimlerinden biri olan Boğaçhan Dündaralp ile 21. yüzyılın okul mimarisini, mimaride yaşanan ve yaşanması gereken değişimleri, ülkemizin okul mimarisinde hangi noktada olduğunu ve mimarinin öğrenmeye etkisini konuştuk.

-Son 15-20 yıldır, hayatımızdaki pek çok şey gibi eğitim de bir değişim ve dönüşüm içinde. Okul mimarisi bundan ne kadar ve nasıl etkileniyor?

Bu sorunun Türkiye ölçeğinde farklı, dünya ölçeğinde farklı yanıtları var. Eğitim paradigmasının günün sosyo-politik, ekonomik ve teknolojik dinamiklere göre mekânlara ve okul mimarisine doğrudan etki ettiği söylenebilir.

Yapı ve mekânların, herşey gibi ‘meta’laştığı bir ortamda okul mimarisi de kaçınılmaz olarak üzerine yeni anlam katmanlarının eklendiği taleplerden kaçamaz oldu. İşin esasını ve temellerini teşkil eden çocuk-mekan-tasarım ilişkileri bu farklı anlam katmanları üzerinden okunur ve değerlendirilir oldu.

Dünyada çocuğun biricikliği, birey özellikleri ve kendi becerilerini geliştireceği farklı eğitim anlayışları ile beslenen okul mimarilerinden bahsedilirken; Türkiye bu anlamda iki farklı anlayışın üretimleri ile doldu. Bir tanesi devlet eliyle türdeşleştirilen, standartlaştırılan, tip anlayışına dayalı eğitim ve mimari anlayış (devlet okulları); diğeri ise özel sektörde rekabet içine girmiş, farklılığını bir piyasa değeri olarak artırmaya çalışan eğitim anlayışı (özel okullar). Ancak bu okulların da tüm farklılık iddialarına rağmen; devlet eliyle kurulmuş denetim mekanizmaları ile mekân standartlarının tarif edildiği bu ortamda kozmetik ve olanak olarak farklılık üretme dışında ne kadar farklılaşabildikleri de önemli bir soru işareti. İçlerinde pek azı eğitimi odağına alan, mekânlarını eğitim anlayışı ile bütünleştirerek sürdürülebilir bir model üretebiliyor.

-21. yüzyıl okul mimarisinde özellikle hangi öğeler ön plana çıkıyor?

Çocukların kendini başkaları ile birlikte yeniden keşfedebileceği, kendileri olup beceri ve ilgi dünyasını geliştirebileceği, keşfe ve farklı kullanımlara izin veren ortamlar üretmek, bugünün okul mimarisindeki en önemli hedeflerden biri. Bu nedenle etkileşimlere açık, esnek ve çok kullanımlı mekânlar öne çıkıyor. Çoklu duyuya hitap eden bu mekânların kendini domine etmediği; ancak algı dünyaları ve fiziki çevre ile bütünleştiğinde güçlü hikâyelere kaynaklık edecek nitelikler barındırması, yeni kullanımlara aracılık etmesi ve farklı duygulanımlar üretirken eğitim felsefeleri ile entegre olabilmesi en büyük beklenti.

-Peki ortak ve çok amaçlı alanlar…

Öğrenmenin çok yolu ve yöntemi var. Her çocuk farklı bir birey; hepsinin farklı bir karakteri ve öğrenme biçimi var. Öğrenme modelleri ve eğitim modelleri içinde bu çeşitliliğin çok önemli bir yeri var. Mekânın davranışları belirleme ve yönlendirme becerisi var. Dolayısı ile mekân ile etkileşimde bu çeşitliliğin üretilebilme olanaklarını açmak gerekiyor. Ortak ve çok amaçlı kullanım alanları bu anlamda okul mimarisinde hayati bir önem taşıyor.

-Öğrenmenin sınıf dışına çıkmasını, doğayla bütünleşmesini (açık havada eğitim) mimari nasıl destekleyebilir?

Mekânı oluşturan pek çok öğe var. Bu öğeler bazen doğal bazen yapay olarak tasarlanıyor, üretiliyor, düzenleniyor ya da belirli düşünceler ile bir araya getiriliyor. Tasarlanmış, görünen ya da görünmeyen açık mekânlar da bunun bir parçası. Ne kadar düzenleneceği, ne kadar görünür olacağı ne kadar kullanılacağı okul ortamının ayrılmaz bir parçası olarak ele alınıyor. Bizce mimari sadece eğitim ortamının aracısı olmak kadar, eğitim imkanının kendisi olabilecek kadar bir potansiyel içeriyor. Ancak okul ortamı açık-kapalı alanları, içinde yaşayanları, çocuklar ve eğitimcileri ile güçlü bir ekosistem. Bu ekosistem ve içinde geçen hayat açık-kapalı mekânları, ritüelleri, kuralları, döngüsü ile bir bütün. Mimari de ancak bu bütünlük içinde düşünüldüğünde bir anlam kazanıyor. Artık bir araya gelmenin bir sınıf kadar bir ağaç altında olabilmesi; öğretmenin dışına çıkma isteği kadar, o ağaç altının buna izin vermesi ile mümkün olan bir bütünlük olarak algılanmalı.

-Okul mimarisinde teknoloji entegrasyonu nasıl gerçekleşiyor?

Teknoloji hayatımıza gün geçtikçe daha fazla nüfuz ediyor. Artık nörolojik rahatsızlıkları çözmek için beyin arayüzü çiplerin yerleştirilebildiği bir döneme girdik. Çocuklarımızın teknoloji ile nasıl etkileşim içine gireceğini sorguluyor ve bu durumun çocuklarımızla ilişki biçimlerini arıyoruz. Bu dönemde teknolojik ara yüzlere çok aşina bir nesil yetişiyor. Yetişkinler, yaşa göre sınırlı ilişki kurma biçimlerini arıyorlar. Bu teknolojiler bir taraftan da hayatımızı sadece kolaylaştırmakla kalmayıp, yeni algı ve üretim biçimleri sunuyor.

Eğitim ortamlarında fiziki yapılı çevre ile entegre; doğal dünyanın dengesinden kopmadan çocukların becerilerinin nasıl gelişebileceği üzerine çok sayıda araştırma ve deneme var. Ama biliyoruz ki öğrenmenin temelinde merak, merakın temelinde sorgulama var. Doğal ve yapay dünyanın dengelerini kurmada teknolojilerin araçsallığı ve hayatımıza katılımı ancak bu sorgulamanın ürünü olarak anlam kazandığında bir değer taşıyor. Bu noktada çıkacak sorgulama eksikliği ve dengesizlik; öğrenmenin esasında yer alan ve çocuklardaki temel becerilerin kaynağı olan, dikkat süreleri, algı becerileri, sosyal iletişim yetenekleri, kendini ve düşüncelerini ifade edebilme yetileri, algı-zihinsel faaliyet-soru-sorgulama-üretim ve dönüştürebilme döngüsünün kırılması anlamına geliyor. Mimari bu anlamda fiziki çevre üretiminde, eğitim ekosistemine ancak bu denge içinde katıldığında bir katkı sağlayabildiğini düşünüyorum.

Galiba bu konuda değerlendirmemiz gerekli en önemli nokta; aşırı sterilize edilmiş ve güvenlik önlemi alınmış yaklaşımların zihni otomatiğe alarak bazı refleks gelişiminin önünü kapadığına dair olan araştırmalar. Burada “Belirleyici Güvenlik” kavramından “Kontrollü Risk” kavramına geçiş söz konusu. Özellikle Türkiye’de özel gereksinimi olan insanlardan, çocuklara, yaşlılara kadar faklı yaş ve özellikteki insanlara göre fiziki çevrenin yapılandırılmadığı bir ortamda yaşadığımızı düşünürsek bizi zor bir konunun beklediğini söyleyebilirim. Yapılı fiziki çevrenin sürekliliğindeki sorgulama, okul mekânlarında da çok önemli. Biz yetişkinlerin ve aşırı korumacı ebeveynliğin tehlikeli gördüğü her konunun çocuklar tarafında bir cazibesi ve oyun potansiyeli var. Deneyim ve farkındalık üretmede pek çok yeni çocuk oyun parkı, tam da bu noktaları bir tasarım konusu yaparak cazibelerini üretebiliyorlar. Bizler içgüdüsel olarak kendimizi keşfetme yolu olarak dışarıdan riskli görünen davranışlar sergileyebiliyoruz. Bunların önünü kesmek değil tam tersine merak, risk ve deneyimi öğrenme aracı haline getirecek araçlara dönüştürmek, belirleyici güvenliği değil kontrollü risk kavramını tasarım aracı olarak düşünmek. Güvenlik bilincini fiziki çevreden çok bireylerin, çocukların zihnine yerleştirecek deneyim alanları önemli görünüyor.

-“Çocuk dostu” okul mimarisi size ne ifade ediyor?

Bu konuda aldığım en etkili yanıtı kendi oğlumdan aldım diyebilirim. Oğlum 2 yıl önce 5. sınıfa başlayacağı zaman, gitme potansiyeli olan okullarda bir gün geçirmesini istedik. Arkadaşları aracılığı ile öğretmenlerinden izin aldık. Sonra da kendi okulunu kendi seçti. Şu anda 5 dk mesafede gidebileceği bir okul varken kendi seçtiği okula servis ile 1.5 saatte gidip geliyor. Nedenini sorduğumda anne ve babasının tasarladığı bir okul olmasının belirleyici olacağını düşünürken; “Çünkü bu okulun çocuk dostu bir okul olduğunu düşünüyorum” demişti.

Kendimize pay çıkarmak bahanesi ve konuyu biraz daha açma umuduyla, “Nedir sence çocuk dostu okul?” demiştim. “Okulda güzel vakit geçirdim, kendimi rahat hissettim, hem sınıfta hem de bahçede geçirdiğimiz zaman oldukça hızlı geçti,“ demişti.

Rekabetçi, sınav ve başarı odaklı ortamın eğitim anlayışına hep mesafeli baktık. Zaman içinde çocuklarımızla kurduğumuz ilişki ve onlardaki gelişim seviyesi; mimar anne ve baba olarak kendi kriterlerimiz içinde en belirleyici olanın “çocuğumuzun kendi gibi olabilmesi”, “okul ortamının onun potansiyellerini ve ayırt edici özelliklerinin farkına varmasını ve geliştirmesine imkân sağlayacak ortamı sunabilmesi” olarak görmemizi sağladı.

Beklenti içinde olduğumuz bu ortamda kuşkusuz pek çok bileşenin bir araya gelebilme imkanına bağlı olduğunu düşünüyoruz:

Ortak bir eğitim anlayışına sahip, çeşitliğin önemsendiği, farklılıkların zenginlik yaratabildiği ortamları eğlenceli kılabilen mutlu, özgür eğitimciler; çocukların benimseyebileceği, kendileri için tasarlandığını hissedebildikleri, rahatça kullanabilecekleri, kendilerini keşfedebilecekleri açık ve kapalı mekanlara sahip, ölçek-malzeme-renk-doku gibi bileşenlerin bu mekanları desteklediği mimari yapı. Ve hikayeler, oyunlar ve merakın imkan bulabildiği bir ortam olarak müfredatlaştığı bir eğitim…

-Okul mimarisinin öğrenme üzerindeki etkileri neler?

Okul ortamı bize bireysel öğrenme mekânının ötesinde hem bireysel hem de sosyal öğrenme ortamı sunuyor. Öğrenme bireysel de yapılabilir bir faaliyettir. Mekanı ve zamanı yoktur. Ancak bir sosyal yapı ve ortam içinde birlikte öğrenmenin dinamiklerinin çok farklı ve zengin imkanlar sunduğu bir gerçek. Homo-sapiens yavrusu, doğadaki diğer canlıların aksine eksik doğan bir canlı. Tek başına temel hayatta kalma becerileri ile doğamadığı için anne-baba veya daha kalabalık bir sosyal yardım alanına ihtiyaç duyuyor. Zamanla kendine yetme becerileri kazanıyor.

Araştırmacılar bu ortama “sosyal rahim” diyor. Fakat bu bağımlılık ve ortaklık sosyal yapı gereği her zaman bir bütün olarak doğumdan ölüme kadar işliyor. Bu nedenle bireyden bahsediyorsak bu ancak bir sosyal yapı içinde mümkün olabiliyor ve anlam kazanabiliyor. Araştırmacılar ‘okul’un asıl olayının bu sosyal etkileşim ortamı olduğunu söylüyorlar. Her ne kadar bu ortam 19. ve 20. yüzyılın başında Endüstri devriminin sınıf toplumunun ve toplumsal işbölümü yaratmanın imkânı olarak kullanılsa da, temelde yatan bu noktayı gözden kaçırmamak önemli görünüyor.

Belki de bu farkındalık 20. yüzyılın başından kalan rekabetçi ve toplumsal iş bölümü odaklı eğitim mirasından kurtulmak için önemli bir başlangıç noktası olabilir. Bugün artık bu sistemin yarattığı dünyanın, ekonomik, sosyal ve ekolojik yapı olarak iflas etmesinin sancılarını yaşıyoruz. Gelecek, rekabetçi olmaktan çok işbirliği; yaratıcılık, bu rekabetin aracısı olmaktan çok insanlığın hayatta kalma mücadelesinin bir parçası; bilgi, eldeki kaynaklarla yeniden oluşturulmak, tanımlanmak durumunda kalacağımız koşullar üzerine kurulu olacak.

Sorunuzun yanıtına dönecek olursak; okul mimarisini bir öğrenme ortamı üzerine kurulmuş ekosistemin parçası olarak görmeye başladığımızda bir anlam kazanmaya başlıyor. Okul bu anlamda birlikte uzun vakit geçirilen, etkileşimle gelişen, akranlardan öğrenimden, eğitmenden öğrenmeye, fiziki çevreden öğrenmeye, olay temelli deneyim ve gözlemden (okul hayatı içindeki) öğrenmeye kadar pek çok öğrenme imkânının olduğu bir ortam sunmaktadır. Öğrenme modelini düşünme, deneyim ve becerilerin gelişimi olarak kavradığımızda şöyle diyebiliriz:

“Mimari hem bireysel hem de ortak öğrenme ve deneyim hayatına dair etkileşime ne kadar katkı yapabiliyorsa, bunu ne kadar kapsayıcı ve katılımcı yapabiliyorsa, ne kadar kolaylaştırabiliyorsa, ne kadar keyifli, eğlenceli bir ortama dönüştürebiliyorsa, ne kadar zenginleştirebiliyorsa o kadar katkıda bulunabiliyor demektir.”

kaynak: egitimpedia