Neden Çocuklara Hikaye Anlatma Sanatını Öğretmeliyiz?

Bir ortaokul öğretmeninin yedinci sınıfa başlayan öğrencilerinin hikaye anlatmayı bilmediğinden yakındığı The Times gazetesinde yayınlanan bir makalede şöyle diyor: “Zarfın, neden-sonuç ilişkisinin ve hatta edatın bile ne olduğunu gayet iyi biliyorlar, ancak onlardan bir hikaye yazmalarını istediğimde kendilerini kaybettiler ve neredeyse ağlamaya başladılar.”

Hikaye anlatıcılığına hiç önem verilmemesi beni çok kızdırıyor. Bu, çocukların yaratıcılığına da çok az değer vermek anlamına geliyor. Hikaye anlatmak başlı başına bir sanattır ve yaşamak ve başarılı olmak için çok büyük bir önem taşır.

Bunu en iyi bilen kişiler politikacılar olmalı aslında. “Bize oy verin ki ülkeyi güçlü ve dengeli bir hale getirelim” ifadesi hikaye değilse nedir? Ya da Donald Trump’ın sloganı “Amerika’yı yeniden büyük yapalım” da bir hikaye değil mi? Kelimelerden oluşan her şey bir hikayedir. Kendimize anlattığımız hikayelerden tutun da televizyonda izlediklerimize ya da iş arkadaşlarımızla havadan sudan konuşmalarımıza kadar, hepsi birer hikaye.

Hikaye yazma sanatını öğretmeye yönelik bu isteksizlik, temel bir yanlış anlaşılmadan kaynaklanıyor. Yaratıcı yazarlıkta da ölçme ve değerlendirme yapabiliriz. Çünkü yaratıcı yazarlık sadece bir şeyleri uydurmak değildir (tabii bunu içgüdüsel bir şekilde yapabilen yetenekli kişiler mevcut). Gözden kaçırdığımız şey şu: Hikaye anlatma sanatı öğretilebilir ve ölçülebilir bir şey.

Bunu biliyorum, çünkü bunu yetişkin seviyesindeki öğrencilerimle yapıyorum. İnsanlar çocukların doğuştan birer hikaye anlatıcısı olduğunu söyler, ama bu ne çocuklar ne de yetişkinler için tamamiyle doğru bir önerme değil. Çocukların yarattıkları hikayeler çok tatlı olsa da biraz sıkıcıdır, çünkü birbirine bağlı olmayan birçok olay vardır işin içinde. Başka bir deyişle, bu hikayeler hiçbir anlam ifade etmezler ve hiçbir yöne, sebebe ya da sonuca doğru ilerleme gösteremezler.

Hikayelerin işe yaraması için, ölçülebilir bir dizi ilkenin uygulanması gerekir. Çocuklara cümledeki zarfları sormak yerine eylem yapılarını, karakter gelişimlerini, değişimleri, baş karakterlerin ve rakip karakterlerin özelliklerini sormalıyız. Gerçek konuşmayla kurgusal bir diyalog arasındaki fark nedir? Dramatik bir olayı oluşturan unsurlar nelerdir? Liste uzayıp gidiyor. Hikaye anlatma sanatı (yeteneği değil), tıpkı dil bilgisi gibi öğretilebilir ve ölçülebilir.

Bu nedenle eğitimi ve eğitim politikacılarını, bizi coşkusunu yitirmiş birer robota çevirmeye çalışmaları nedeniyle suçlamayı bırakalım (bu bence kısmen doğru olsa da) ve eleştiriyle vakit kaybetmeyelim. Onlara dönüp, “Evet, hikaye anlatıcılığını öğretebiliriz ve öğrettiklerimizi teste tabii tutup ölçebiliriz. Bu, başarı için (madem başarı takıntınız var) en az diğer her şey kadar vazgeçilmez bir araç,” diyelim.

Hikaye anlatıcılığı, müzik ve matematik kadar karmaşık bir yapıya sahip. Bu sanatı gerçekten anlamıyor oluşumuzun – ya da bunun bir sanat olduğunu göremememizin – bir sebebi, yazarların da sıkça değindiği “ilham” efsanesi. Bu, yaratıcı yazarlık derslerinde bir noktaya kadar öğretiliyor ve okula giden çocuklara öğretilecek kadar basitleştirilebilir.

Hikaye anlatıcılığı oldukça etkileyici ve verimli bir konu, büyük oranda da ölçülebilir. Bunu, herkesi tatmin edecek şekilde müfredata dahil etmeliyiz. Bu şekilde, şu ana kadar çok üzücü olan hikayenin mutlu bir sonu olabilir.

Kaynak: https://www.theguardian.com/lifeandstyle/2017/may/19/ditch-the-grammar-and-teach-children-storytelling-instead?utm_campaign=meetedgar&utm_medium=social&utm_source=meetedgar.com&fbclid=IwAR37BqroJbObzvf-rcrjP0FVW7FOlVz4CrVJsF-zXQ_PEnkILsvZKFP-kzU