Test Sonuçları Yerine Öğrenci-Öğretmen İlişkisine Odaklanmak

Georgia Üniversitesi eğitim profesörü Peter Smagorinsky, genç ve başarılı bir öğretmenin öğretmenliği bırakması üzerine bir yazı yazdı. Bahsi geçen öğretmen yakın zamanda başka bir okulda eğitim hayatına geri döndü. Smagorinsky, test puanlarından ziyade öğrencilerle ilişkileri geliştirmeye odaklanan bir yaklaşıma sahip olan bu okulun, genç öğretmenin öğretme tutkusunu nasıl canlandırdığını açıklıyor. İşte o makale:

Geçtiğimiz yıl, muhteşem bir kariyere sahip bir lise İngilizce öğretmeninin sınav sistemine ve müfredata duyduğu öfke sebebiyle mesleğini bıraktığını yazmıştım. 2010’dan beri öğretmenlerin kariyer gelişimleriyle ilgili sürdürdüğüm ve öğretmenlerle röportajlar gerçekleştirdiğim çalışmama o da katıldı. 

Benimle birkaç ay önce iletişime geçti. Özel sektörde bir yıl çalıştıktan sonra sınıfa geri dönmek istediğini söylediğinde çok sevindim. İşi gayet keyifliymiş ve sabah 9’da başlayıp akşam 5’te biten bir işe sahip olmaktan mutluymuş. Akşamlarının artık form doldurmakla, ders vermekle, sınav kağıdı okumakla, ders planları hazırlamakla ve yorgunluğunu atmaya çalışmakla geçmemesi onun için sevindirici olmuş. 

Sınıfta geçirdiği yorucu günlerden sonra güzel bir ara vermiş. Ancak nihayetinde yaptığı iş heyecan verici, tatmin edici değilmiş ve biraz sıkıcıymış açıkçası. Çocuklara dönme vakti gelmiş yani.

Geri döndüğü öğretmenlik işindeki ilk yarıyılıyla ilgili yaklaşık 90 dakika konuştuk. Eski pozisyonuna ve eski okuluna geri dönmemiş, çünkü yaratıcılığı ve öğrencileriyle ilişkileri bu etkenler sebebiyle zarar görmüş. Bir önceki okulu test bazlı müfredata ve öğretime dayanıyormuş. Öğretmenlerin etkinliğini çocukların ne durumda olduğuna dikkat etmeden sınav puanlarıyla ölçüyorlarmış yalnızca. İşte bu genç öğretmen tam da bundan kurtulmak istemiş.

Yeni okulunun yaklaşımı eskisinin tam tersi. Sonbaharda dersler başlamadan önce yapılan oryantasyonda, okul müdürü eğitimde en önemli unsurun test puanları değil, insan ilişkileri olduğuyla ilgili bir konuşma yapmış. Okul müdürü, her şeyin ait olduğumuz toplulukta verimli ilişkiler geliştirmeye bağlı olduğuna dair tutkulu bir konuşma gerçekleştirmiş. 

İlişkiler üzerine yapılan bu vurgu, öğretmenliğe geri dönmesini ve şu andaki pozisyonunda mutluluğu bulmasını sağlayan en önemli etken olmuş. Okul mükemmel değil elbette. Katılmadığı ilkeleri mevcut. Ama neyi nasıl öğreteceği konusunda sahip olduğu serbestlik onu çok mutlu ediyor. Öğrencilerini ve asıl görevinin onlara öğreteceği her şeyi kuracağı sağlam ilişkilerle temellendirmek olmasını çok seviyor.

Çocukların çoğu düşük gelirli göçmen ailelerden geliyorlar ve kişisel zorluklara da sahipler. Genel olarak, test puanları düşük ve bu da okulun imajını “kötü” etkiliyor. Ama müdür, test puanlarına kafa yormamak gerektiğini; okulu öğrencilerin, öğretmenlerin, danışmanların, müdürlerin ve kantinde ya da güvenlik olarak çalışanların pozitif hisettiği bir yere dönüştürmeye odaklanmaları gerektiğini söylüyor.

Peki, öğretmenlerin böyle ilişkiler kurmasını sağlayan şey ne? Genç öğretmenin şu anda bulunduğu okulu, bir yıl önce hayal kırıklığıyla terk ettiği okulla karşılaştırmak faydalı olabilir. Önceki okulun müdürü öğrencilerle öğretmenler arasına engel koyuyor ve birbirlerinden uzaklaşmalarına sebep oluyordu.

Okulun yazılı müfredatı, öğretmenlerin öğrencilerinin en çok ihtiyaç duydukları şeyi temel alarak öğretim vermeleri için gereken esnekliği azaltıyordu. Yazılı müfredatlar, tüm çocukların aynı ilgi alanlarına ve ihtiyaçlara sahip olduğunu varsayar. Ancak aynı evde iki çocuk yetiştirmiş herkes bilir ki, birbirine çok yakın iki çocuk bile farklı ihtiyaçlara sahiptir ve bu ihtiyaçlar, bir kurumun uzaktan yazdığı müfredatta varsayılanlardan çok daha farklıdır.

Öğretmenlerin çocuklar hakkındaki düşünceleri yerine ders kitabı materyallerine ve beraberinde gelen değerlendirme ürünlerine göre öğretmek; öğretmenleri çocuklardan, çocukları da hem öğretmenlerden hem de okuldan uzaklaştırır. Bu öğretmenin şu anki okulunda azınlık öğrencilerin sayılarının yüksek olduğu ve bu ders kitaplarında yeterince temsil edilemeyeceği düşünüldüğünde, bu ürünlerin kullanılması öğrencilerin okuldan kopmaları ihtimalini güçlendirir.

Zorunlu testler, öğrencilerle sağlam ilişkiler oluşturma ve geliştirme ihtimalini azaltır. Öbür taraftan, öğrenciyle öğretmen arasında kurulacak bağ, doğru ve amaca yönelik öğretime yol açar. Testler, öğrencileri “zorlayıcı düşünme”den tamamen uzak bir hale getirir ve ilişkilere müdahale eder: Teste giren kişinin, ilgisini çekmeyen bir soruya çoktan seçmeli dört şıktan doğru olanı işaretleyerek cevap vermesi beklenir.

Görüştüğüm öğretmen, bu durumun öğretmenlerin “test edilmeyecek bir şekilde” öğretmelerini engellediğini iddia ediyor. Bu gereklilik, açık uçlu, yaratıcı ve yapıcı düşünmeyi bir kenara bırakmak ve alakasız sorulara dört şıktan doğru olan yanıtı nasıl vereceğinize odaklanmak demek. Çocuklar bu hilenin hemen farkına varıyorlar. Çocukların hemen anlayabileceği şeyleri politika yapıcıların anlayamaması utanç verici bir durum. 

İlişkiler sınırlı sayıda seçenekle gelişmez. Gerçek etkileşim, karşılıklı dinleme, cömertlik, özen, ortaya çıkan ihtiyaç ve umutlara cevap verme ve paylaşılan zorluklara dair yapıcı düşünceyle gelişir. Bu süreçler akışkandır ve dört şıkla sınırlı değildir. Öğretmeyi ve öğrenmeyi, sabit sorulara verilen belirli cevaplara sahip, değişmez olgular olarak göstermek, çocukların etkin birer vatandaşa evrilme ihtimalini düşürür.

Müdürler genellikle bu yaklaşımı benimseyecek isteğe veya cesarete sahip değiller. Neyse ki, bu öğretmenin memnun olduğu okulun müdürü, iyi öğretmenliğin çocuklarla iyi ilişkiler kurmaktan geçtiğini biliyor.  

Keşke bu tür bir liderliğe sahip daha fazla okul olsa. Öğretmenlerin çoğunun benimle aynı fikirde olacağından ve ilişkilerin kurulmasında bu tür yabancılaştırıcı engellerin kaldırılması halinde çocukların eğitime daha fazla bağlanacağından eminim.

Kaynak: https://www.ajc.com/blog/get-schooled/what-schools-focused-improving-relationships-rather-than-test-scores/EGWNqCQI3A5QeGH0QkUEtJ/